13 Ocak 2015 Salı

  Türkçem Benim Ses Bayrağım                           

                        DİLİ TATMAK
     Hava yağmurluydu. Kül rengi bulutlar gökyüzünü kasıp kavuruyordu. Sanki benim düşüncelerimi, telaşımı ve neşemi andırıyorlardı. Yatak odama geçip, dolabımın en üst rafından  yol arkadaşımı, bavulumu aldım. Dolabımda kalın ne kadar giysi varsa bavuluma doldurdum.  Oranın daha sıcak olduğunu hatırladım ve birkaç kazağımı incelttim. Bavulumu fazla mı doldurmuştum? Altı üstü üç gün kalacaktım. Bu kadar eşyaya ne gerek vardı? Hemen hemen hazırdım. Penye tişörtüm, kot pantolonum ve mavi hırkamda karar kılmıştım. Her şeyin hazır olduğuna emin olduktan sonra bavulumu da alıp havaalanına gidecek taksiye bindim. Havaalanına vardım. Meranom’a gidecek uçağım rötar yapmıştı. Derken sonunda geldi.
     Hava koşullarından dolayı biraz sarsılmış olsam da, rahatsız edici yolculuğum bitmişti. Meranom’a vardığım zaman havadaki kokuyu içime çektim. Çeşit çeşitti. Sadece havaalanında bile buram buram, çarpıcı ve yoğun kokular vardı. Meranom, dünyanın  en kalabalık ülkesidir. Dev bir ülkedir. Bir canlı gibidir, nefes alır verir, tıkanır, bağırır. Meranom’un vatandaşı diye bir şey yoktur. Orada bir hafta yaşasanız, yağmur damlaları okyanusa nasıl karışıyorsa siz de öylesine bütünleşirsiniz  onunla. Ayrılamaz, o bütünlükten ayrışamazsınız, istemezsiniz de zaten! Ben de gelmiştim buraya daha önce, kapılmıştım rüzgarına, şimdiyse yine bırakacaktım kendimi kokularının arasına…
     İş için gelmiştim. Değişik ırklar, diller, kültürler ve geçmişlerin şaşırtıcı bir biçimde  uyum içinde yaşadığı bu ülke hakkında bir makale yazacaktım. Herkes bir bütün olmasına rağmen bir o kadar da ayrıydı. Özellikle dilleri. O kadar farklılardı ki Meranom’un en sakin sokaklarında bile en az beş farklı dil işitebilirsiniz. Gürültüler, gırtlaktan gelen hırıltılar, kibar yumuşak sözcükler derken kendinizi unutursunuz...
     Havaalanından küçük gri bir araba kiraladım. Arabaya atladım ve otelin yolunu tuttum. Trafik karman çormandı. Kalacağım otel havaalanına pek yakın olmasına rağmen otele ancak iki saat sonra varabildim. Bavulumu bir kenara koydum, yorgun bedenimi yatağa attım ve uykuya daldım. Fakat uyumadan önce yarın geçireceğim gün, gideceğim yerler, konuşacağım insanlar geldi aklıma. Farklılıkları onları özel kılan değişik insanlarla iç içe üç gün. Güneşli ve kuşların cıvıldadığı sakin bir günde bile aceleyle koşturan, havayı umursamayan ve hiç umursamamış olan insanlarla...
     Yağmurdan sonra güneşli bir güne gözlerimi açtım. İhtiyacım olan eşyalarımı alıp ilk durağıma, Toroten adlı bir kafeye gitmek için yola koyuldum. Vardığımda sabahın erken saatleriydi . Mavi bir tentenin altındaki küçük bir kafeydi burası. Masaların yanında büyük, değişik renklerde saksılar ve içlerinde sakız çiçekleri vardı. Parlak  günışığı biraz gözlerimi acıtıyordu ama ilerde bana doğru gelen gülümseme gözümden kaçmamıştı. Adı Karum olan bir adam ile buluşacaktım; tam on iki dil biliyordu ve bana bütün birikimini dökeceğine dair söz vermişti. Karşımdaki beyaz sandalyeye oturdu ve elini uzattı.  Sanırım anladığım birkaç dilde ve anlamadığım birkaç dilde merhaba dedi, bense sadece bir tane merhaba. Gülümsedi. Sarışın, renkli gözlü bir adamdı. Gözlükleri çok büyüktü ve kocaman göbeği görmezden gelinemezdi. Elini sıktım. Oturduk ve bana siz Bayan Quara olmalısınız dedi. Başımla onayladım. Sizde Bay Karum'sunuz. Kahkaha attı ve gözlüğünü düzeltti. Ardından dillerinin özelliklerinden bahsetmeye başladı. Hayatını dil öğrenmeye adamış profesyonel bir dilbilimci olduğunu söyledi. Ben de ses kayıt cihazını açmayı unuttuğumu söyleyip konuşmayı baştan alıp alamayacağını sordum. Canı biraz sıkılmışa benziyordu  ama onayladı. Bazı cümlelerinden sonra sizce de öyle değil mi, haksız mıyım, sizi bilmem ama ben böyle düşünüyorum, gibi söz grupları getirip beni konuşmanın daha içinde tutmak istese de benim pek de konuşmaya niyetim yoktu çünkü oldukça sıkıcı bir adamdı. Dil konusundaki başarıları asla göz ardı edilemezdi. Çocukluğundan beri Meranom'da yaşıyor ve değişik ırklar hakkında -özellikle dil- araştırma yapıyormuş. Öğrendiği en büyük şey ise bu kadar insanın arasında kaybolmamasının kendi dilini, özünü en iyi şekilde kavrayabilmiş olmasıymış. Tam kaybolacakken dil onu ellerinden tutup özüne çekiveriyor, kendi benliğini bulmasına yardım ediyormuş. Bu denli değişik dillerle iç içe olmasına rağmen hala ayakta olmasını kendi diline borçluymuş.
     Konuşması akşama kadar sürmüştü. Kahvaltımı, öğle yemeğimi ve akşam yemeğimi o kafede yemiştim. Sonunda vedalaştık, birbirimizi tanıdığımız için mutlu olduğumuzu söyledik. Oldukça klasik, bir farklılığı olmadan, sıradan makalelerde yer  verilebilecek sözleri vardı. Çok süs gerektiriyordu ve eklemelerim zorlama gibi gözükebilirdi. Giderken kafasında küçük şapkayı kaldırdı ve iyi günler Bayan Quara dedi. Bütün bunları bir kenara bıraktıktan sonra otele döndüm ve gözlerimi yumdum...
     Kalın perdelerin güneş ışığını emdiği odada güne gözlerimi ışıksız açışım biraz sıkıntılı uyanmama neden oldu. Kalktığımda fazla karanlıktı, perdeyi açtıktan sonra da fazla aydınlık. Yine Toroten'e benzeyen bir kafeye gittim, burada diğer misafirimle röportaj yapacak ve dil hakkındaki makaleme başka alıntılar ekleyecektim. Bu defa bir bayanla geçecekti günüm. Daha samimi ve kolay bir konuşma olacağına inanıyordum. Buluşmaya oldukça erken gelmiştim, bir çay söyledim ve günün gazetesini okumaya başladım. Dakikalar dakikaları kovalarken sokaklardaki insanlar çoğaldı, çayım ve kalan sayfalar azaldı. Konuğum geç kalmıştı. Sonunda uzaktan koşarak eli kağıtlarla dolu gelen genç bir kız gördüm. Dağılmış kağıtlarını masaya koydu ve aynı şekilde dağılmış saçlarını düzeltti. Dil… dedi saçım gibidir, çok karmaşık, ardından güldü. Etrafa gülücükler saçan neşeli bir hanımefendiydi. Beyaz tenine dökülen kumral saçları ve kahverengi gözleri vardı. Oldukça sevimliydi. Mahcup bir tavırla kusura bakma, oldukça geç kaldım dedi. Önemli olmadığını fakat hemen başlasak çok iyi olacağını söyledim. Gülümseyerek tabi dedi. O zaman ilk olarak ben Pirmaley, sen de... Quara olmalısın. Evet dedim. Bana elindeki kağıtları uzattı. Biraz inceledik, yeni neslin dili ne kadar barbarca kullandığından yakındık. Kendisi de yeni nesilden olmasına rağmen çok bilinçli bir kızdı. O anlattıkça ben dinledim, başlangıçta yalnızca acemi bir kız gibi gözükse de içinde barındırdıkları sınır tanımazdı. Sosyal ağlar sebebiyle gereksinim duyulan kısaltmaların dili katlettiğini günlük hayatta yabancı sözcüklerin dilimizi olumsuz yönde etkilediğine çok değindi. Bir çok arkadaşından bahsetti, yaptıkları kısaltmaları doğru bulduklarını kendisininse bu konuyu çok büyüttüğünü düşündüklerini söyledi. Okulda ''Dilimizi Kurtaralım!'' adlı bir etkinlik düzenleyip okuldaki her öğrenciden sözcük kutusuna her gün yalnızca bir sözcük koymasını istemiş. Bu etkinlik ancak bir hafta sürmüş. Tahminlerinin aksine etkinlik yeteri kadar ilgi görmemiş. Bu duruma üzülmediğini ve hep çabalayacağını söyledi. Daha sonra kağıtlarını toplamaya başladı. Bu konuda benimle röportaj yaptığı için teşekkür ettim ve vedalaştık. Elinde kağıtlarla uzaklaşırken bir anda kalabalığa karıştı ve gözden kayboldu. Bir günün daha sonuna gelmiştim. Bu defa biraz vaktim kalmıştı şehri dolaşmak için. Hesabı ödeyip şehrin sokaklarında dolaşmaya başladım. Sokaklara eski bir görünüm katmak amacıyla döşenen arnavut kaldırımlarının üzerinden geçtim, boğazın kenarında oturup denizi seyrettim, binbir çeşit kokuyu içime çekip şehre bu geceliğine veda ettim...
     Sabah uyandığımda Meranom'da son günüm olduğunu hatırlayıp, çabucak hazırlandım. Bu defa yaşlı bir hanımefendiyle buluşacaktım. Altmış yaşında olan Rufara Fendik adında bir yazarla sohbet edecektim. Kendisini önceden de tanıyordum. Dille ilgili birçok eserini okumuştum, kitaplarından bahsetmek için can atıyordum. Kırmızı pileli şirin bir elbise giydim ve yumuşak günışığının okşadığı çiçek salkımlarının süslediği, deniz kenarında bir kafede Bayan Fendik ile buluşmak için gittim. Kafedeki küçük bir masaya oturdum ve heyecanla beklemeye başladım. Ses kayıt cihazımı açıp heyecanımla ilgili bir şeyler söylemek istedim ama Bayan Fendik hemen gelmişti. Bayan Fendik uzun beyaz saçlarını örmüş uzun yeşil ve ince bir elbise giymişti. Etrafa bakınıyordu, sanırım beni arıyordu. Yanına gidip, Merhaba ben Quara Veince, dedim. Bayan Fendik gülümsedi Quara, ben de Rufara. Güldü. İsimlerimizdeki kafiye ne kadar  şeker değil mi? Hadi şuraya oturalım, dedim. Gösterdiğim yere oturduk. Uzun zamandır bu anı bekliyordum dedim neşeyle. Ah, teşekkür ederim bende çok memnun oldum, dedi. Ben kitapları hakkında konuşmak istiyordum fakat buna izin vermeden dil hakkında konuşmaya başladı. Uzun zamandır biriyle konuşmak için can atıyor gibiydi. Ben de bu heyecanını bölmek istemedim. Ben çok uzun zamandır kitap yazıyorum, dilin zarafeti ve büyüsü benim ses bayrağım, her bir sözcük benim için altın birer anahtardır. Doğru anahtar her kapıyı açar… Günümüzde sosyal medyada yazışırken duygular değişik noktalama işaretlerini birleştirerek ifade ediliyor. Sözcükler yerlerini donuk ve kuru suratlara bırakıyor. Ben basit yüz ifadelerinin, benim binbir zahmetle, aşkla, emekle yazdığım kitapların yerini almasına çok kızıyorum. Dil ülkeyi ülke yapar, halkı halk yapar, marşı marş, sözü öz, vatanı gerçek yapar. Doğruları verir, sözcüklerin ahengini dizer önümüze. Yok olup gitmemesi için tuttuğunda çabalarının işe yaramaması, ellerinden kayıp gitmesinin nasıl bir duygu olduğunu her gün tadıyorum. Ve senin editörün benimle konuştuğunda dinlemen dışında hiç bir karşılık beklemeden geldim. Dil ne karanlık bir deliktir ne anlaşılmaz bir yanı vardır, dil karmaşık değildir dil dildir. Kurtarıcıdır, karanlıkta mum, yoklukta varlıktır, köprüdür, iletişimdir, hayattır, var olmaktır...
     Uzunca konuştuktan sonra ona sonsuz teşekkürlerimi sundum.  Arabasına binip uzaklaşırken bana el salladı. Son günümde makaledeki vuruşu yakalamıştım, ihtiyacım olan şeyi bulmuştum ve eve dönüp makaleyi yazmak için can atıyordum. Akşama kadar Meranom'un sokaklarında dolaştım ve gitmeden önce nefesini içime çektim. Hayata, Meranom'a, var olan ve var eden sözcüklere teşekkür ettim...
                                                                                                                       DAMLA ATAŞER
                                                                                                  ÖZEL ADANA GÜNDOĞDU KOLEJİ

                                                                                                                                                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder