13 Ocak 2015 Salı

                    
ÖĞRENCİLERİMİZ ÖYKÜLERİYLE DE ÇOK BAŞARILI.

            KAHVE VE YAĞMUR
Hava yağmurluydu. Yumuşak sabah güneşinden ıslak akşamın rüzgarına seri bir geçiş yapmıştık. Bulutlar, iliklerini dolduran soğuğa olan öfkelerini toprağa bırakıp, yavaş yavaş ölüyordu. Kin, sinir onları parçalıyor ve en sonunda yok ediyordu. Yıldırımlar… Yağmurun vazgeçilmezleri… Deli gibi korkmuş bir yarasanın düşmanından kaçarken çıkardığı dehşet dolu çığlığı hiç duymamış, ama belki de bunun devasa modelinin toprağa saplanışını işitmiş   olabilirim. Yıldırımın saçtığı ışık etrafı aydınlatırken. Fazla uzağında olmayan bir evin, bir penceresinden kafamı uzatmış gökyüzünün yaşadığı duygu patlamasını seyrediyordum. Gök, hırçın bulutlarını toprağa karşı kışkırtmış, günlerdir süren soğuk savaşı sonlandırmıştı. Yeni açtığı cephelerde damlaları acımasızca saplıyordu zeminin tenine. Fakat toprak tüm bu öfkeden kendini soyutlamış, bir köşeden sessiz, usulca göğün kendini parçalayışını seyrediyordu. Damlalar gökyüzünün soyut kırışıklıkları arasından süzülüp, bir daha aynı yere dönmemek üzere gidiyorlardı. Sonunda bulutlar yavaşladı. Soluklanmak için yatıştılar. Arşın karşısında titreyen, beyaz, pamuk görünümünde zavallı bulutlar savaşın kurbanlarıydı. Hem damarları kinle dolduruluyor, hem de kan kusup parçalanıyorlardı her soğukta. Yeni bir savaş daha bitmiş ve enkaz, bir boşluk bulup yansıyan gökkuşakları ile yok olup gitmişti. Tüm bunları bir kenara bırakacak olursak benim canım kahve istedi. Gecenin doruğunda ve en tatlı rüyaları görüyor olmam gereken zamanın eşiğinde bana uyumamam için yalvaran bir tatlılık belirdi dilimin ucunda. Burnuma olmayan kahvenin köpüğü bulaştı, gıdıkladı. İçindeki dağılmış şekerler dilimi yalayıp boğazıma aktı, içim kokusuyla ısındı. Ne yazık ki büyük heyecanla açtığım kavanozun içinden poşet poşet bitki çayları bağırıyordu. Ada çayı sarısıyla itiyordu beni diğer rafa, başka bir tanesi kokusuyla. Ama en dipten mat ve mahsun bir pembe bana gülümseyişini fark ettirmeyi başarmıştı. Elimi, kahvenin başka bir kavanozda olabilme ihtimalini düşünmeden ona uzattım. Paketin üstünde alıcıyı çekebilmek adına, bitki çayını aşan sloganlar yazılıydı. Tam olarak ne yazdığını hatırlayamıyorum ama herhalde o kadar iticiydi ki bitki çayı satan reyonların önünden geçerken olur da gözüm çarpar ve okurum diye raflara bakmamaya başladım. Örnek: ‘’FİT OLMAK İÇİN BU MARKAYI SEÇİN!’’,’’SAĞLIĞINIZ İÇİN BİZİ İÇİN!’’. Bunları yazabilecek beyinler, bu beyinleri çalıştırabilecek kan, kan için oksijen, oksijen için ağaçlar, bitkiler derken bitki çayları kendini bir kez daha benden soğutmayı başarmıştı. Dolabın kapağını kapattım ve daha korkunç bir şeyle karlılaşabilme ihtimalim yüzünden kavanozları açmak istemedim. Kahve, bitki çaylarının kargaşasında kaybolup gitti. ‘’Bazıları yağmuru hisseder, bazıları ise sadece ıslanır…’’ diye düşündüm sebepsizce. Ben adeta konuşurum yağmurla. Bir iki dakika önce yazdıklarımdan ziyade, yağmur sadece bir hava olayı, gökyüzü ve bulutların köleliğini gerçekten uykulu halime veriyorum. Yağmur güzel bir şey. Kimi zaman aşk, kimi zaman tutku... Gerçeklerin dışavurumu… Farklı bir bakış açısıyla göğün toprağa olan hasretinin sonlanması, damlalarla birbirine karışması. Tüm güzellikler, hayat, var gücüyle insanlığa direnen dünyanın doğallığını koruyabilmek adına yüzeyini kapladığı bir zırh. Ve benim kahve sevgimi her seferinde tetikleyen, kahveyle müthiş bir uyumu olan muazzam bir sembol.
     Kendimde üst kata çıkıp, yatağa uzanacak enerjiyi bulamadım. Bir çarşaf gibi fırlattım kendimi kanepeye. Fakat yastığa yaslanışım ve kanepeden kalkışım bir oldu. Bir yıldırım daha… Ancak bir salyangoz kadar hızlı çıkabildim üst kata. Yeni bir devasa yarasa çığlığı tekrar irkilmemi sağladı. Sıcak yatağımda yerimi alıp, gözlerimi yumdum. Her yıldırımda çıkan sesler uyuyamamam için ziyadesiyle büyük bir sebep hazırlıyordu. Bende, gök gürültülerinin bu duyarsızlıklarına alışabilmek için koyun saymaya benzer bir yöntem geliştirdim. Gözlerim kapalıyken bile odama aydınlatabildiği için, ışığı gördükten, sesi duyduğum ana kadar süre tutmaya karar verdim. Bembeyaz ışıklar odamın her yanını kapladı, ve, bir, iki, üç, dört, beş, altı, devasa bir çığlık kopmuşçasına inletti her yanı. Işıklar! Bir, … ,üç, …, altı ve BAMM! Bir süre sonra yağmur durdu, nihayet uykuma dalacakken… Şaka şaka, battaniyeyi güneşli ve huzurlu bir sabaha uyanmak üzere kafama çektim.



                                                                                                           DAMLA ATAŞER 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder