ÖĞRENCİLERİMİZ ÖYKÜLERİYLE DE ÇOK BAŞARILI.
KAHVE VE YAĞMUR
Hava yağmurluydu. Yumuşak sabah
güneşinden ıslak akşamın rüzgarına seri bir geçiş yapmıştık. Bulutlar,
iliklerini dolduran soğuğa olan öfkelerini toprağa bırakıp, yavaş yavaş
ölüyordu. Kin, sinir onları parçalıyor ve en sonunda yok ediyordu. Yıldırımlar…
Yağmurun vazgeçilmezleri… Deli gibi korkmuş bir yarasanın düşmanından kaçarken
çıkardığı dehşet dolu çığlığı hiç duymamış, ama belki de bunun devasa modelinin
toprağa saplanışını işitmiş olabilirim.
Yıldırımın saçtığı ışık etrafı aydınlatırken. Fazla uzağında olmayan bir evin,
bir penceresinden kafamı uzatmış gökyüzünün yaşadığı duygu patlamasını
seyrediyordum. Gök, hırçın bulutlarını toprağa karşı kışkırtmış, günlerdir
süren soğuk savaşı sonlandırmıştı. Yeni açtığı cephelerde damlaları acımasızca
saplıyordu zeminin tenine. Fakat toprak tüm bu öfkeden kendini soyutlamış, bir
köşeden sessiz, usulca göğün kendini parçalayışını seyrediyordu. Damlalar
gökyüzünün soyut kırışıklıkları arasından süzülüp, bir daha aynı yere dönmemek
üzere gidiyorlardı. Sonunda bulutlar yavaşladı. Soluklanmak için yatıştılar.
Arşın karşısında titreyen, beyaz, pamuk görünümünde zavallı bulutlar savaşın
kurbanlarıydı. Hem damarları kinle dolduruluyor, hem de kan kusup
parçalanıyorlardı her soğukta. Yeni bir savaş daha bitmiş ve enkaz, bir boşluk
bulup yansıyan gökkuşakları ile yok olup gitmişti. Tüm bunları bir kenara
bırakacak olursak benim canım kahve istedi. Gecenin doruğunda ve en tatlı
rüyaları görüyor olmam gereken zamanın eşiğinde bana uyumamam için yalvaran bir
tatlılık belirdi dilimin ucunda. Burnuma olmayan kahvenin köpüğü bulaştı,
gıdıkladı. İçindeki dağılmış şekerler dilimi yalayıp boğazıma aktı, içim
kokusuyla ısındı. Ne yazık ki büyük heyecanla açtığım kavanozun içinden poşet
poşet bitki çayları bağırıyordu. Ada çayı sarısıyla itiyordu beni diğer rafa,
başka bir tanesi kokusuyla. Ama en dipten mat ve mahsun bir pembe bana
gülümseyişini fark ettirmeyi başarmıştı. Elimi, kahvenin başka bir kavanozda
olabilme ihtimalini düşünmeden ona uzattım. Paketin üstünde alıcıyı çekebilmek
adına, bitki çayını aşan sloganlar yazılıydı. Tam olarak ne yazdığını
hatırlayamıyorum ama herhalde o kadar iticiydi ki bitki çayı satan reyonların
önünden geçerken olur da gözüm çarpar ve okurum diye raflara bakmamaya
başladım. Örnek: ‘’FİT OLMAK İÇİN BU MARKAYI SEÇİN!’’,’’SAĞLIĞINIZ İÇİN BİZİ
İÇİN!’’. Bunları yazabilecek beyinler, bu beyinleri çalıştırabilecek kan, kan
için oksijen, oksijen için ağaçlar, bitkiler derken bitki çayları kendini bir
kez daha benden soğutmayı başarmıştı. Dolabın kapağını kapattım ve daha korkunç
bir şeyle karlılaşabilme ihtimalim yüzünden kavanozları açmak istemedim. Kahve,
bitki çaylarının kargaşasında kaybolup gitti. ‘’Bazıları yağmuru hisseder,
bazıları ise sadece ıslanır…’’ diye düşündüm sebepsizce. Ben adeta konuşurum
yağmurla. Bir iki dakika önce yazdıklarımdan ziyade, yağmur sadece bir hava
olayı, gökyüzü ve bulutların köleliğini gerçekten uykulu halime veriyorum.
Yağmur güzel bir şey. Kimi zaman aşk, kimi zaman tutku... Gerçeklerin
dışavurumu… Farklı bir bakış açısıyla göğün toprağa olan hasretinin sonlanması,
damlalarla birbirine karışması. Tüm güzellikler, hayat, var gücüyle insanlığa
direnen dünyanın doğallığını koruyabilmek adına yüzeyini kapladığı bir zırh. Ve
benim kahve sevgimi her seferinde tetikleyen, kahveyle müthiş bir uyumu olan
muazzam bir sembol.
Kendimde
üst kata çıkıp, yatağa uzanacak enerjiyi bulamadım. Bir çarşaf gibi fırlattım
kendimi kanepeye. Fakat yastığa yaslanışım ve kanepeden kalkışım bir oldu. Bir
yıldırım daha… Ancak bir salyangoz kadar hızlı çıkabildim üst kata. Yeni bir
devasa yarasa çığlığı tekrar irkilmemi sağladı. Sıcak yatağımda yerimi alıp,
gözlerimi yumdum. Her yıldırımda çıkan sesler uyuyamamam için ziyadesiyle büyük
bir sebep hazırlıyordu. Bende, gök gürültülerinin bu duyarsızlıklarına
alışabilmek için koyun saymaya benzer bir yöntem geliştirdim. Gözlerim
kapalıyken bile odama aydınlatabildiği için, ışığı gördükten, sesi duyduğum ana
kadar süre tutmaya karar verdim. Bembeyaz ışıklar odamın her yanını kapladı,
ve, bir, iki, üç, dört, beş, altı, devasa bir çığlık kopmuşçasına inletti her
yanı. Işıklar! Bir, … ,üç, …, altı ve BAMM! Bir süre sonra yağmur durdu,
nihayet uykuma dalacakken… Şaka şaka, battaniyeyi güneşli ve huzurlu bir sabaha
uyanmak üzere kafama çektim.
DAMLA ATAŞER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder